Efendi Hazretlerini Ziyaret Varmış Çavuşbaşında ! | Fatih Medreseleri
Fatih Medreseleri

Efendi Hazretlerini Ziyaret Varmış Çavuşbaşında !


Heyet Kurulu üyelerinden Reşit Kazancı Hocanın kaleminden;

Bir istediği an, bir bakışı, bir duruşu, bir suskunluğu seyrettirmek için, 10 binleri, 20 binleri huzuruna dikip saatlerce hasretle, hayranlıkla, heyecanla bekleyip, 5 dakika o da çok uzaklardan bir göz görebilmek için, önündekinin, yanındakinin, sağdan soldan çırpınışlarla bir göz görebilmek için çırpınışlar.

Siyasi bir bakışla izlediğimizde sessiz sedasız miting,

Hançereleri parçalayan konuşmalardan,

Gırtlakları patlatan nutuklardan,

Destanlar yazan ihtilal bildirilerinden,

Daha tesirli sessiz hitap.

Anonsları, ilanları, tanıtım ajansları anketleri, tezviratları olmadan, tek bir broşür bastırılmaya ihtiyaç duyulmadan 10 binleri 20 binleri huzuruna dikiş, meydanlara toplama.

Sokaklara dökmeden sokakların dilini okuyan bir tercüme.

Son derece vakarlı, söz dinleyen bir topluluk.

Sanki bir evin içinde misafir 3-5 kişinin hane sahibine rahatsızlık vermemek için veren kibarlık ve nezaket sergileyen misafir edasında bir kalabalık. Ama aynı zamanda bu olgunluğun altında, Efendi Hazretlerimizin istediği an, huzuruna toplanan, onun ifadesiyle hatta ifadesine bile gerek kalmadan bir imasıyla seferberlik ilan edilmişçesine yollara dökülen, emzikli bebesinden, bir ayağı çukurdaki dedesine, nenesine varıncaya kadar adeta “öleceksem de bu yolda öleyim ya da yürümeye bu yolda başlayayım” diyen “bu yolun sıkıntısı, soğuğu, sıcağı, açlığı, yokluğu en güzel çile” diyerek adım atan, tek yürek olmuş binlerce beden, O’nun nur cemalini, nur ötesi cemalini bir lahza görebilmek, O’nun manevi tasarrufu altında cezbesine kendilerini kaptırabilmek için toplanan binlerce kişi.

Daha doğrusu o on binleri, yirmi binleri istediği an kendisine çeken, huzuruna diken, oturmalarını istediğinde oturtan, kalkmalarını istediğinde kaldıran, kelamın gücünü tesirsiz bırakan bir sükut içinde binlerce destana sığmayacak sessiz hitabın ağırlığı…

Ve Aleme bir manifesto ilanı, işte ben buyum, işte cemaatim…

Gücünü ortaya koyan, tasarrufunu ortaya koyan bir Efendi Hazretleri! Kâbe de bulunamayacak bir manevi ağırlık ve siyasi atmosfer.

Hiç düşündük mü, acaba kendimizin dışarıdan nasıl değerlendirildiğimizi?

Hiçbir çalışma, reklam, tanıtım olmadan sadece “Efendi Hazretlerimiz bu hafta görüş için evinin balkonuna çıkacak” denmesi bile yetiyor 10 binlerin sokaklara dökülmesi, yoluna koşturması için.

Tanıtım şovları olmadan, renk cümbüşleri, seslendirme, özel vazifeliler, büyük bütçeler tahsis edilmeden, nümayişler, tezviratlar olmadan, Efendi Hazretlerimizin istediği an, Hepsi vazifeli, hepsi ev sahibi, davanın neferi olarak hareket eden, bu konudaki seferberlikte hiçbiri misafir ve yabancı gibi durmadan aynen cihat anlayışı içinde davranan, sanki hepsi o kıymetli ev sahibine ayıp olmaması için centilmence davranan, bebesinden dedesine kadar herkesin misafirlik nezaketine uygun hareketler sergileyen bir topluluk…

Efendi Hazretlerimizin yoluna koşturmaya gelince, bu uğurda sokaklara dökülmeye, alanları doldurmaya gelince hiçbir mazerete sığınmadan Peygamber safında cihada yetişme telaşıyla Peygamber ordusundan geri kalmamak için gusletmeden cepheye koşan, şehadete koşan Hanzala (r.a.) gibi koşturan, şehit yada Peygamber olmadıkları halde Allah için sevgide Peygamber ve şehitleri bile kıskandıran bir sevgi ile Efendi Hazretlerimizi, .O’nun davasını, yolunu, ihvanının seven bir ordu…

Bir gül bahçesine girercesine, Cennet’e koşarcasına Şeyhine koşan bir cemaat….

Tıpkı Asr-ı Saadet’te Peygamber Efendimiz (s.a.v.) için; “hiç kimse O’nun kadar sevilmedi, O’nun Ashabının bağlılığı kadar, hiç kimse bir başkasını sevemedi” dendiği gibi bir sevgi seli…

Nasıl öyle olmasın, tabi ki öyle bir sevgi, tabi ki öyle bir aşk, öyle bir heyecan, öyle bir tutku ve teslimiyet.

Çünkü Efendi Hazretlerimiz, Efendimiz (s.a.v.)’in Rahmet Nebisinin Rahmet Varisi…

Allah’ın Habibinin Habibi, Peygamber vazifesinin görevlisidir.

Peygamber değil ama tamamen Peygamber vazifesini icra ediyor. Nasıl ki Peygamber (s.a.v.) zamanında Ebubekir Sıddık (r.a.)’da peygamber değildi, ama tıpkı peygamber gibi yaşıyordu. Tıpkı Rasulullah (s.a.v.) gibi teslim oluyordu. Tıpkı Rasulullah (s.a.v.) gibi tasdik ediyordu ve Sıddık oluyordu.

Aynı şekilde aradaki zaman farkını kaldırın, götürün Peygamber (s.a.v.) zamanına Efendi Hazretlerimizi, tıpkı tıpkısına, aynısı aynısına, Peygamber (s.a.v.) gibi yaşıyor.

Ya da bir başka bakış açısıyla, kaldırın aradaki asırları, getirin Peygamberi zamanımıza, misafir edelim o güzeller güzelini, O (s.a.v.) gelseydi aramıza, O (s.a.v.) olsaydı içimizde aynı Efendi Hazretlerimiz (s.a.v) gibi yaşardı. Efendi Hazretlerimiz O’nun (s.a.v.) zamanına gitseydi aynı Efendimiz (s.a.v.) gibi yaşardı.

O (s.a.v.) gelseydi aynı Efendi Hz. Gibi yaşıyor. Arada hiçbir  fark yok! Tek fark aradan geçen zaman ve Efendi Hazretlerimiz peygamber olmamasıdır.

Ayrıca Efendi Hazretleri bu ziyaretlerin yapılmasını isteyerek, cemaatine müthiş bir tasarrufta sırf sevgiyi yaşatıyor. Karşılıksız ve menfaatsiz sevgiyi, niçin sevdiğini bilmeden, sevmek için bir neden bulamadan, aynı zamanda sevmemek için de kimsenin elinde bir mecalin olmadığı, sevmemeye takat getirilmeyen bir sevgiyi cemaatine yaşatıyor! Öğretiyor demiyorum, bu sevginin bu sevginin ifadesini dillendiriyor demiyorum. Sevginin edebiyatı yok, ifadesi yok… Zaten ortada kalem yok, hitap yok… Sadece bir sevgi tezahürü var… Sadece ortada sevgi var… Tarifsiz bir sevgi… Ölçüsüz bir sevgi… Sınırsız bir sevgi…

Kelamın gücünün tarife yetmediği ve kalemin belini kırmadan ancak bu kadar yazabildiği bir sevgiyi yaşatıyor Efendi Hazretlerimiz bize orada…

O anda olalım da, o anda ölelim dediğimiz bir sevgiyi yaşatıyor Efendi Hazretlerimiz.

Aman Ya Rabbi!  Nasıl bir duruştur o..!

Nasıl bir manifestodur o..!

Dünya ya kainata, nasıl bir bakıştır o..!

Dünyayı kendine nasıl seyrettiriyor o..!

İşte ey koca dünya!

Gör ki kainatın Rahmet Varisi burada..! Hiçbir kumandana, hiçbir devlet başkanına, beşere nasip olmayan asalet burada…

Kalem bu manzarayı nasıl tarid edebilsin.? Bakanı bakılanı nasıl yazabilsin..? Duyguların dili yok ki anlatabilsin? O anı!

“O anda olalım da, Ölelim” Denilen anına ömür teslim edilen güzelliği,

O güzeli kelam nasıl anlatsın?

Kalem nasıl yazsın?

Kameralar nasıl kaydetsin?

Yeter artık Efendim, hicranınla kalbimizi kanattığın.

Fırakınla yakıp, tutuşturduğun.

Yanı başında tutup ta ayrılık çöllerinde ciğerimizi kavurduğun.

Bitsin artık bu ayrılık çilesi…

Bitsin artık bu ayrılık ve ızdırab.

Sevginle olan işkencemiz

Ama belki de kavuşmanın emniyet ve sükûnunun bizde olmasını istemiyorsun… Hep hasret içinde sana doymayalım istiyorsun.

Kalemin gücü yetmiyor bu ayrılığa, Efendim.

Gel artık…

Yorum yapın
    1. nazlı baharcı diyorki;

      bırakmadılarki sultanım sana doya doya sarılayım sizi bizden ayıranlar allahta mahşer günü onları bizden ayırsın.haa cennete girin gimeyin demiyorum bizden uzak olun diyorum.hainlik bizlere yakışmaz yakışana yakışır

    2. engin öcal diyorki;

      SULTANIN BENİM.dünyaları verseler.servetleri serseler.herŞEY benim olcak deseler.BEN İSTERİM YİNE SENİ.

    3. hakım maruy diyorki;

      SULTANIM.DÜNYAYI VERSELER GÖZÜMDE DEYİL SENSİZ CENNET BANA.CEHENNEM DEYİLMİ.