Milletçe yine, yeniden bir seçim arifesindeyiz. Her mümin, oyunu kullanırken İslami ve insani açıdan bakarak, İslam’a kim daha çok destek olur düşüncesi seçimini yapmalıdır. Ayrıca oyunu kullanırken yaygara yaparak ve ifşa ederek değil gizli bir şekilde yapmalıdır.
Efendi Hazretlerimizin Üstadı, dört mezhep müftüsü Ali Haydar Efendi Babamız (k.s.) seçim zamanına kadar konuşmaz, seçim zamanı gelince gizlice oyunu verir ve hizmetlerine devam ederdi. Ali Haydar Efemdi Babamızın düsturuyla hareket ederek bizlerde hiçbir şekilde şucuyuz, bucuyuz diyerek insanları yönlendirmeden hareket etmeliyiz. Yersiz hamaset yaparak insanların kalplerini kırmadan kendimizden ve tarikatımızdan uzaklaştırmamalıyız. Kısacası her Müslüman, bu vazifeyi sağduyulu bir şekilde yerine getirmelidir.
Bununla birlikte kesinlikle şu gerçekleri de unutmamamız lazımdır. Başımıza kim gelirse gelsin, yılmayacağız, hizmetlerimize devam edeceğiz. Hâlbuki bizlerin en büyük eksiği, seçimlerden sonra İslami kesim kazanırsa, iş tamam mantığı ile rehavete düşmemizdir.
Unutmayalım ki dinimizin bekası parti ile particiler ile olmaz. Ali Haydar Efendi Babamızın tabiri ile “Dinin bekası Emri bil maruf ve nehyi anil münkere bağlıdır.” Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “ Siz nasılsanız öyle yöneltilirsiniz.” Hadis-i şerif gereğince, eğer bizler şuurlu birer birey olursak, zaten başımızdakilerde, bizi takip edeceklerdir. Dikkat ederseniz, Hadis-i Şerifin başındakiler iyi ise sizde iyi olursunuz buyrulmuyor. Bu sebeple başımızdaki yöneticiler ne kadar iyi olursa olsun ya da ne kadar Salih bir Müslüman olursa olsun, onları da büyük imtihanlar bekliyor demektir.
Tabansız tavan olmaz. Tabansız tavan bir gün çökmeye mahkûmdur.
Hep beraber incelediğimiz zaman 2002-2015 yılları arasını, şükürler olsun başımızdaki insanlar imanlı, secde ehli, Kuran ehli yöneticiler olmasına rağmen, haram deryasından bir türlü çıkamıyoruz. Kumarhaneler, zinalar, madde bağımlıları, şuursuz bir gençlik çoğaldıkça çoğalıyor.
Bu sebeple bizler müminler olarak rehavete kapılmayacağız, dini Mübin İslam’ın ihyası için daha çok mücadele edeceğiz. Kapı kapı partileri anlatmak için değil, kapı kapı Rabbimizi, Peygamberimizi, Kitabımızı, dinimizin güzelliklerini anlatmak için dolaşacağız. Yöneticilerimizde bu işleri yapabilecek kişilere gerçek manada sahip çıkarsa, bak o zaman milletimizin güzelliklerini.
Ecdadımıza göz attığımızda, hep beraber bakalım, kitaplarda ve arşivlerimizde bunlar mevcut. Askere-Nizama 1 lira harcanmışsa, dine-ilme de 1 lira harcanmıştır. Her daim eşit görmüşlerdir. Bu durum Peygamberimiz zamanında da öyle idi, Selçuklularda da öyle idi, Osmanlıda da öyle idi. Başımızdaki yöneticilerimiz, bu güzelliği kendilerine ölçü alırlarsa, kendileri içinde yaşanabilir bir Türkiye göreceklerdir. Çünkü şuursuz polis, şuursuz asker, şuursuz öğretmen yine senin başına patlayacaktır. Bu sebeple manevi akımı güçlendirmek, manevi akımlara hakiki manada destek olmanız gerekmektedir. Bu işler, %50’lileri yanına almak ile olmaz, %99’unu al istersen, İslamsız bir hayat, Rabbini, Peygamberini, Kuran’ını tanımayan insan, sana her zaman mutlaka imtihan olacaktır.
Yazımıza şu manidar kıssa ile son vermek istiyoruz;
Selçuklu Bütçesinde Eğitime Ayrılan Para
Melikşah tahta geçtikten sonra Divan toplantısında her kurumun kendi bütçesini yapmasını istedi. Çalışmalar başladı. Gelirler toplandı, giderler hesaplandı. Nihayet bütçeler Sultan Melikşah’a arz edildi.
Melikşah, hepsini tek tek inceledikten sonra: “Görüyoruz ki bütçemizde yoksullara, muhtaçlara, yetimlere, dervişlere, ilim tahsil edenlere, sanatkârlara pek bir şey ayırmamışsınız. Bu saydıklarımız için bütçeye üç yüz bin altın konsun.” dedi.
Bu emir, zamanın Harbiye Nazırı’nı rahatsız etti. Sultan’ın teklif ettiği meblağ, neredeyse tüm askeri harcamalara eşitti. Ona göre devletin genişleyip büyümesinde, korunup yükselmesinde, savaşlarda zafer kazanıp ganimet toplanmasında en büyük pay, âlimlerin, dervişlerin, yetimlerin, sanatkârların değil, ordunundu. Sultan Melikşah, orduyu medrese mollalarıyla bir tutuyordu. Daha fazla dayanamadı: “Bu miktar para ordunun bütçesine eklenirse, Bizans’ın surlarını dahi aşarız!” dedi.
Sultan Melikşah: “Yanlışın var.” diye cevap verdi, “Biz şimdiye kadar âlimleri, fakirleri, dervişleri, yetimleri, muhtaçları gözetmeseydik, ordumuz değil yeni beldeler fethetmek, başkentimizi bile korumaktan âciz kalırdı.” Hepsini tek tek süzdükten sonra devam etti: “Biz memleketleri, kılıçtan evvel, yoksul takımı ve derviş-molla kısmının dualarıyla fethederiz. ‘Duanız olmasaydı ne ehemmiyetiniz olurdu?’ buyuran Cenab-ı Hakk’a yemin ederim ki bütçemizde yapılan en hayırlı yatırım budur.”
Nizamül Mülk’e döndü: “Söylediklerim yanlış mı vezirim?”
Baba yadigârı şanlı vezir hayran hayran Melikşah’a bakıyordu: “Hayır Sultanım, çok doğru söylediniz. Askerlerinizin okları bir milden öteye geçmezken, Nizamiye Medreselerinde yetişen mânevi ordunun duaları Arş’a ulaşıyor. Selçuklu Devleti ikisinin sayesinde gelişecektir.”
Hatırlatmak bizden, ecdadımızı örnek almak sizden, Muvaffakiyet Allah’tandır.
Fatih Medreseleri Yazı İşleri Kurulu