Gel Bu Yaz Çocuğunu Yaz Kursuna Yaz…
Haziran ayı, okulların tatile girdiği bir ay…
12 Haziran 2015 Cuma günü, çocuklarımız okul serüveninin en azından bu yıl, sonuna gelmiş olacaklar.
Eylül ayında başlayıp, Haziran ortasında son bulan, çocuklarımızın beden ve beyinlerini yoran uzun bir eğitim ve öğretimin ardından nihayet yavrularımız, üç aylık bir tatile girecekler.
Her sabah onlarla aynı sıkıntıyı çeken, onları okullarına götürüp getiren annelerin ve çocuklarımızın bu tatile fazlasıyla hakkı ve ihtiyacı var. Bunu inkâr etmek, insafsızlık olur.
Onların istikbali için bir anne saat 07.20 de okulda olması gereken yavrusunu derse yetiştirmek için en az bir saat, bir buçuk saat önceden kendisi kalkar, çayı koyar, kahvaltıyı hazırlar.
Çocuğunun kahvaltı yapmasını sağlar. Uykusu ne kadar ağır olursa olsun, ne kadarı tatlı, mışıl mışıl uyuyor olursa olsun derslerinden geri kalmaması, 20 gün devamsızlık sınırına yaklaşmaması için tekrar tekrar gidip gelir, bıkıp usanmaksızın çocuğunu uyandırır. Demez ki: “Çocuğum çok tatlı uyuyor, daha uyusun!” Demez ki : “Yaşı daha küçük kaldırmaya kıyamam.” ve kaldırır. Onun saçını tarayıp, örer. Tokasını, kurdelesini takar. O günkü ders defter ve kitaplarını hazırlayıp hazırlamadığını sorar, evden çıkmadan son bir kez bir şey unutup unutmadığını kontrol eder. Ve tüm bu hazırlıkların ardından, karda, kışta, yağmur-çamur, soğuk-sıcak demeden biricik yavrusunun eğitimi için elinden tutup okulun kapısına kadar götürerek öğretmenlerine teslim eder. Yine de teneffüste ya da derste okullardaki öğrenci çeteleri ya da magandaları tarafından çocuğuma bir zarar gelir mi diye endişelenmeden edemez.
Çünkü her gün bununla ilgili nice dövülen, haraç kesilen, bıçaklanan, hatta öldürülen öğrenci haberleri duymaktadır.
Öğleden sonra ya da akşam çıkışta salimen çocuğunu eve götürmek için okulun kapısında nöbettedir. Okulların açılmasından kapanana değin annelerin durumu böyledir. Evdeki bütün fertlerin hayatı, okul saatlerine, okul tatillerine ayarlıdır. Anne ne kadar yorgunda olsa, sabah erken kalkmak zorundadır. Çünkü çocuklarını okula yetiştirecektir. Ne kadar çok sevdiği bir ahbabı olursa olsun, okula gidiş ve çıkış saatinde misafir kabul edemez. Misafirliklerin saati ve süresi de okula ayarlıdır.
Babanın da durumu üç aşağı, beş yukarı buna yakındır. Baba yıllık izne, memleketine gitmeye ya da tatile ne kadar ihtiyacı olursa olsun, okullar tatil olmadan çıkamaz. Memleketine anne babasını ziyarete gidemez. Çünkü geride çocuklar vardır, ailesi vardır. Yani her şey, yaşanan tüm hayat, okul programına göre ayarlıdır. Sebebi ise, tabiî ki varlığımızın devamı, ciğerparemiz, biricik yavrularımızın istikballeri içindir! Onların daha güzel bir şekilde yetişmesi içindir tüm bu fedakârlıklar. ”Yeter ki onlar okuyup, adam olsunlar da, ben onlardan başka hiçbir şey istemiyorum” denilerek karşılıksız yapılan bu fedakârlıklar tabiî ki takdire şayandır. Anne-babalarının hakları tabiî ki ödenmez.
Ancak, burada izninizle şu soruları sormak istiyorum; çocuklarımızın dünyalık istikballeri için seve seve bu fedakârlıklara hiç karşılıksız katlanıyoruz ama asıl ahiret istikballeri için aynı hassasiyeti, aynı fedakârlıkları gösterebiliyor muyuz?
Çocuğumuzun en fazla 70–80 sene sürecek dünya hayatında geçici istikbali için, yaz-kış, yağmur-çamur demeden her türlü fedakârlığa katlandığımız gibi ebedi istikbali olan asıl “AHİRET İSTİKBALİ” için ne tür fedakârlıklar yapabiliyoruz?
Onların dünyalık karne notlarının iyi olması için bunca zahmetlere katlanırken, ya onların ahiret karne notları ne olacak hiç aklımıza getirebiliyor muyuz?
Onların geçici dünya hayatında fakir, hasta ve muhtaç duruma düşmemeleri için, okuyup diploma almaları ve güzel bir işte bol paralarla çalışmasını istediğimiz gibi, ebedi ahiret hayatlarında iman zengini, ibadet zengini, amel ve sevap zengini olarak onları cennetlerde ebedi rahat ettirecek çalışmalarımız var mı? 7 yaşına geldiklerinde onların namaz eğitimine, okul eğitimi gibi hassasiyet gösterebiliyor muyuz?
10 yaşına geldiğinde, artık onlar için namazın devamsızlık sınırının olmadığını, okula devamsızlık hassasiyeti gibi ciddi tutup onlara anlatabiliyor muyuz? Sabah namazına kaldırmakta uykusunun tatlılığını, yaşının küçüklüğü bahane ediyor muyuz?
Bütün eğitim hayatı boyunca okullara devam etmek zorunda olduklarını onlara hissettirdiğimiz gibi, camiye, kursa devam hususunda Kuran-ı Kerimi ve İslamiyet’i öğrenmeleri hususunda aynı ciddi takibi yapabiliyor muyuz? Yoksa :”Aman dinlensin, çocuk çok yoruldu. Şimdi şu yaz tatilinin keyfini çıkarsın. Sonra öğrenir.” mi diyoruz? Ya da kursa, camiye gönderdiğimiz çocuğumuzun kursa mı yoksa internet kafeye mi gittiğini takip ediyor muyuz?
Okuldaki öğretmenlerini tanıdığımız gibi, kurstaki hocasını da tanıdık mı? Bir defa ona “çocuğumun durumu nedir hocam? Kursa devam ediyor mu? Derse katılıyor mu hevesi nedir? diye soruyor muyuz?
Eğer çocuğumuz okumak istemiyorsa hocasıyla organizeli bir istişare yapıp, nasıl bu çocuğuma dini eğitim verebilirim diye düşündük mü? Okul karnesini takdirle, teşekkürle getirdiğinde bisiklet, telefon, bilgisayar vs. çocuğumuzun hayalindeki hediyeyi ona vaat ettiğimiz gibi, çocuğumuz Kuran-ı Kerimi öğrendiğinde, Hatim indirdiğinde, Yasin-Tebarekeyi ezberlediğinde onu bu hususta motive edecek, bir hediyeyi ona vaad ettik mi? Hıristiyan misyoner, çocuğuna: “Aziz peder, saygın din adamımız” diye papazı takdim ederken, sen bu dinin temsilcisi hocayı sevdirmek, camiyi sevdirmek için, Allah’ı ve Peygamberini ona sevdirmek için ne yaptın? Yoksa sende: “Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” mı diyorsun? Yoksa sen hala: “Allah çarpar, cehenneme atar” diyerek yetişmekte olan çocuğunu hâşâ kendisine düşman gibi gösterilen hâşâ acımasız bir Allah ile mi korkutuyorsun?
Sen hala camileri girilmesi, konuşulması, hatta merak dahi edilmesi yasak olan yerlerden biri olarak mı gösteriyorsun?
Bu sorular belki bizleri rahatsız edebilir ama tüm bu soruları düşünmeli ve hayatımızı, dünya ve ahiret ilişkilerimizi ona göre kontrol etmeliyiz. Bizim en önemli vazifemiz bu dünyaya neden geldiğimizi unutmadan Rabbimizin rızasını kazandıracak iman ve amel çalışmalarıdır.
Bu çalışmanın ilk adımı ise, İslam’ın ilk emri, Kuran’ın ilk inen ayeti gereğince okumaktır! Okuyacağız ama neyi okuyacağız? Okumaya nereden başlayacağız? Tabi ki en başta bütün hakikatlerin özü olan Kur’an-ı Azimüşşanı okuyacağız.
Harflerini, kelimelerini, ayet ve surelerini öğreneceğiz. Sonra manalarını, tefsirini öğreneceğiz. En hayırlı işi yapak için, en hayırlı insan olmak için öğreneceğiz. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Sizin en hayırlı olanınız Kur’an-ı Kerim-i öğrenip, öğreteninizdir” buyuruyorlar.
Öyleyse bizler, bu yaz tatilini sadece bir tatil olarak görmeyip, Allah’ımızın bize emaneti olan yavrularımızı, yaz kuran kurslarına göndermeyi ihmal etmeyelim.
Kur’an-ı öğrenen ya da öğreten olmakla en hayırlı ve faziletliler kervanına dahil olmak bizden, muvaffakiyet Allah’tandır.
Fatih Medreseleri Yazı İşleri Kurulu