Yılbaşı | Fatih Medreseleri
Fatih Medreseleri

Yılbaşı


yilbasi2Muharrem ayının girmesiyle beraber, biz Müslümanlar olarak hicri “yılbaşımız” kutladık, Elhamdülillah.

 

Hicri yılbaşı demek; 622 yılında Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye hicret etmiş, o yılın Muharrem ayını birinci günü de (hicri), kameri yılbaşı olmuştur.

 

İşte Müslümanların hediyeleşip kutladığı gün İslami yılbaşı olan bugün yani hicri takvime göre muharrem ayın birinci günüdür.

 

Şimdi, toplumumuzda “yılbaşı” olarak adlandırılan miladi yılbaşı bize ait bir adet ve gelenek asla değildir. O tamamen Hristiyanların uydurması ve kutlamasıyla, bazı gafil Müslümanlar tarafından da benimsenmiş bir hezimettir.

 

Neyi kutladığını ve neden kutladığını dahi bilmeyen zavallı Müslümanların düşürüldüğü tuzaklardan bir tanesidir yılbaşı. Her hâlükârda ümmetini düşünen bir Peygamberin ümmetiyiz, Elhamdülillah. Ama ne zaman onun ikazlarına kulak vereceğiz? Ne zaman O’nu üzmekten vazgeçeceğiz?

 

Buyuruyor ki Allah Rasulü (s.a.v.); “Kim bir topluluğa benzerse o onlardandır” (Hadis-i Şerif)

 

Bu hadis-i şeriften anlaşılan her kim bir topluluğun adetlerini, icraatlerini, geleneklerini yaparak onların tarafında görünüyorsa o onlardandır.

 

Bu veçhile kafirin safı belli, Müslümanların safı da belli olmalıdır. Nasıl ki bir kafir, Müslümanın mübarek gün ve gecelerine itibar etmediği gibi, bir Müslümanın kalkıp onların kutlamalarına katılmaları onlar gibi eğlenmeleri de düşünülemez.

 

Düşünelim bir kere Müslüman olmayan birinin bir Ramazan bayramını ve Kurban bayramını heyecanla bekleyip, hazırlık yapıp, kutladığını, gördük mü? Tabi ki hayır. Peki neden “Müslüman” gayri Müslimlerin yaptığı gibi “noel” yani yılbaşını kutluyor. Kutlamıyorum diyenlerin de yılbaşı günü yayınlanan eğlence programlarını izleyip yanında çay ve çerezlerini yiyip içip, onları izleyerek eğlenmesi de aynı hesap olur.

 

Bunun faturası ise dünya ve ahiret adına ağır bedel gerektirir. Rabbim cümlemizi muhafaza eylesin.

 

Rivayet edilir ki İmam-ı Rabbaninin cami cemaatinden olan komşusu hastalanır. O da komşuluk hakkı olduğundan ziyarete gider. Ölüm döşeğinde olan adam bir türlü şehadet getiremez. Kur’an-ı Kerimler okunsa da Kelime-i Tevhidler getirilse de ne kadar gayret etse de diyemez adam. “Eşhe..” der gerisini söyleyemez. İmam teveccüh (kalbine yönelmek) eder adamın kalbine Allah dostu sonuçta kalpte ve içten geçenleri bilir ve görür. Bakar ki, kalbindeki imanı söndü sönecek mum ışığı misali, ateşi zayıf sanki bir rüzgar etkisi gibi, sönüp tekrar alev alıyor. İmam teveccühünde ne kadar ısrarcı olsa da dualar etse de bir türlü hasta şehadet getiremez. Üzülür tabi ki komşusu sonuçta, her gün gördüğü cami cemaatinde karşılaşıp selamlaştığı, namazını kılan dini bütün bir insan olarak tanınan biriydi. Nasıl olup da bu halde son nefesini imansız vereceğini merak eder. O an bir ses işitir “Ey imam üzülme. Bu teveccühünü dağlara yapsaydın dağlar yıkılıp erirdi. Fakat bu adama ne yapsan kar etmez. Çünkü o Hristiyanların adeti olan bir günü evinde ziyafet vererek kutladı.”

 

Bu hadiseden ibret alalım kendimize. Öyle ya kıyamet gününde kim ebedi cehenneme hak kazanan kafirlerle beraber olmak ister ki? Oysa ki cennet ve cennetin sonsuz ve eşsiz nimetleri iman edenler için hazırlanmışken, inananlar cennete sevk edilirken; kafir ve onun icraatlarını sevmek ve benimsemek adına onlarla aynı safta cehenneme girmek. Düşünmek bile insanı ürkütüyor. O zaman Müslüman kimliğimize sahip çıkıp, onları kendimize dost edinmeyelim. Onlara zerre kadar meyl etmeyelim.

 

Bir gün sahabeden Sevban (r.a.) Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yanına geldi, rengi benzi atmış sapsarı olmuş bir vaziyette. Sordu ona Allah Resulü:

 

“Sana ne oldu Ey Sevban?” Sevban (r.a.) dedi ki:

 

“Ya Resulüllah seni o kadar çok o kadar çok seviyorum ki seni görmediğim zaman kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyorum ve gelip seni görebiliyorum. Bugün düşündüm de yarın ahirette sen bir Peygamber olman hasebiyle çok yüksek mevkilerde olacaksın. Bense sadece sıradan bir insanım. Sen nerede bense nerede olacağım, üzüntüm bundandır” dediği zaman Resulüllah (s.a.v.) buyurdular ki:

 

– “Mahzun olma Ey Sevban, ‘Kişi sevdiği ile beraberdir.’ Rabbim bu sebeptendir ki Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor: ‘Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dost olarak benimsemeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.” (Maide suresi 51. Ayet)

 

Rabbim bütün Müslümanları gaflete düşmekten ve düşürenlerden muhafaza eylesin. Kafirlere zerre kadar meyl ettirmesin, istikamet üzere yaşayıp yaşatanlardan eylesin. (Amin)

 

Yorum yapın