Yüce dinimiz İslam, eğitim ve öğretime büyük önem vermiştir. Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ilk ifadesinin oku emri ile başlaması bunun en büyük delilidir. Yüce Mevla’mızın eğitimin önemine vurgu yapan ilahi oku emrine muhatap olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), hayatı boyunca eğitime büyük ehemmiyet göstermiş ve bu hususta da sahabesini sürekli teşvik etmiştir. Daha sonra gelen Abbasîler, Emeviler ve Osmanlı Devletleri de Peygamber Efendimizden aldıkları bu düsturla hareket etmişler ve bu uğurda nice nice medreseler inşa etmiş ve bu medreselerde milyonlarca talebe ilim tahsil ederek hafız ve hoca olmuştur. İslami ilimlerinin tahsil edildiği medreselerde zamanla fen alanında da ilimler verilmiş, böylece medreselerde yetişenler, hem dünyevi hem de uhrevi ilimleri tahsil ederek daha da donanımlı hale gelmişlerdir. Medreseler, o günün şartlarında verdiği kaliteli eğitimle, tıp alanından tutunda astronomiye kadar pek çok alanda keşfe imza atan Müslüman ilim adamları yetiştirmiştir. İbn-i Sina’nın tıp sahasında yazdığın kitabın Avrupa’da 16. Yüzyıla kadar temel danışma kaynağı olarak okutulması bunun en güzel ve en bilindik örneklerindendir. Kısacası yakın geçmişe yani Osmanlı Devletine baktığımızda eğitim müfredatının İslam’dan beslenerek oluşturulması, Osmanlı’yı eğitim noktasında zirveye taşımıştı. Bilim sahasında yapılan keşiflerden tutunda ülkemizde bizlere miras olarak kalan mimari şaheserlere baktığımızda o günkü verilen eğitimin ne denli iyi olduğunu anlamaktayız.
Her ne kadar Osmanlıyı karalamak adına o devirlerde eğitim yoktu, insanlar cahildi gibi yakıştırmalar yapılsa da bu ifadeler tamamen gerçeği yansıtmamaktadır. Hiçbir akıl, cehaletle altı asır dünyaya hüküm sürdürüleceğini kabul edemez. Eğer ediyorsa bilin ki bu, Osmanlıya onunda ötesinde İslam’a olan düşmanlıktandır. Yoksa bunun başka bir izahı yoktur. Bu tür ifadeleri söyleyen zavallılar, her şeyin kaynağını batıda gördükleri gibi ilmin kaynağının da batıda olduğuna inanırlardır. Oysa gerçek hiçte onların sandıkları gibi değildir. Osmanlı, hem askeri hem de ilmi seviyesi yüksek bir devletti. O nedenle bu topraklarda büyük bir medeniyet, büyük bir irfan saklıdır. Sosyal hayat dair pek çok sorun gibi eğitimde de yıllardır yaşanan sorunların asıl kaynağı; kutsadığımız batıyı sürekli taklit etmemizdir. İçine düştüğümüz ya da düşürüldüğümüz bu acınası durumda maalesef ülkemiz, taklitçi olmaktan öteye geçemedi. Bu çarpık, taklitçi bakış açısından uzaklaşmadığımız müddetçe de bir adım ilerleyemeyeceğiz. Eğer ayağa kalkıp ilerlemek istiyorsak, o zaman taklitten uzak duracağız. Sadece eğitim hususunda değil her konuda!
Ülkemizdeki eğitim sorununa bir türlü çare bulunmayışının nedeni yine çarenin başka yerlerde aranmasındandır. Yani çözüm, kokuşmuş batı toplumlarının eğitim modellerinde aranıyor. Ancak alınan onca örnek modele rağmen sorunlar bir türlü bitmiyor. Bitmez çünkü çare batıda değil, gerçek bir milli eğitim müfredatı oluşturmakta saklıdır. Bu topraklar kadim bir geçmişe ve derin bir irfana sahiptir. O sebeple müfredatımızı batıya göre değil, özümüze göre şekillendirmeliyiz.
Şuan öyle bir müfredatla yürüyoruz ki ömrünün en verimli zamanında koskoca 12 yılını eğitime vermiş olan yavrularımızdan ne biz bir şey bekleyebiliyoruz, ne de devletimiz bir şey bekliyor. Bu 12 yılda çocuk ne Rabbini tanıyor, ne dinini tanıyor, ne de dünyevi ilimlerde kayda değer bir seviyeye ulaşıyor. Yavrularımızı soğuk sıcak demeden, yakın uzak demeden her türlü maddi imkânlarını seferber ederek okutan aileler, maalesef netice de verimsiz bir eğitimle karşı karşıya kalıyorlar. Milyonlarca yavruya yazık günah değil mi? Ne şartlarda evlatlarını okula gönderenler var. Yemeyip evladının eğitimine harcayan anne babalar var, giymeyip yavrusu arkadaşları tarafından mahcup olmasın diye giydirilen nice yavrular var, bu insanlara yazık günah değil mi?
Milli Eğitim Bakanlığı, maalesef ülkemizde en çok değişen bakanlıklardan biri olmasına rağmen hala eğitim istenilen bir kıvama gelememiştir. Bununda en büyük sebeplerinden birisi eğitim müfredatımızın, inanç ve kültürel değerlerimizle bir türlü örtüşmemesidir. Örneğin 2017 yılı eğitim müfredatında okutulan kitaplardan birinde dinler ile alakalı bir konu işleniyor ve bu konuda batıl dinler de zikrediliyor. Öyle ki sıralama hususunda batıl dinler, bozulmuş olan dinler konu edildikten sonra İslam dini altlarda köşelere sıkıştırılmış olarak ifade ediliyor. Bilimsel gerçekliği kanıtlanmadığı halde insanların maymundan geldiği gibi saçma sapan bilgilerde yıllarca okul kitaplarımızda yer aldı. Daha bunun gibi nice nice zararlı ve gereksiz bilgilerle yavrularımız zehirlendi. O nedenle lütfen bu hususta kimler söz sahibiyse Allah (c.c.) rızası için işin ehli olan insanlarla istişare yapılsın. Bütün kitaplarımız, tek tek titizlikle ele alınsın. Dinimize, örfümüze aykırı her ne varsa ve gereksiz ne kadar bilgi varsa ayıklansın. Dinimize ve örfümüze uygun ilimle, irfanla dolu bir müfredat hazırlansın.
Son olarak şunu belirtelim ki eğitim, bir toplumun en önemli temel taşlarındandır. Eğitimi bozuk olan toplumlar, hem kendi içlerinde hem de dünya üzerinde başarıyı yakalayamazlar. O nedenle Rabbim bu önemli vazifede görev alan tüm çalışanlara öz değerlerimize sahip çıkarak, çalışmayı nasip etsin. Fatih Medreseleri Yazı İşleri Kurulu