Günümüzde insanlar ekonomide, siyasette, inançta, ailede, eğitimde, kısacası birçok sahada ciddî bunalımlar yaşanmaktadır. Şüphesiz bu bunalımlar insan kaynaklıdır. Yaratıcı tarafından insan inanma, ibadet etme, sonsuza kadar yaşama gibi duygularla teçhiz edilmiştir. Bu arada insana nefis, vicdan, kalp gibi manevi mekanizmalar da verilmiştir. Ebediyet için yaratılmış insan; Yaratan’ını zikretmek ve O’na ibadet etmekle ancak huzur bulur.
İnsanın bedeni ihtiyaçları olduğu gibi kalbi ve ruhi ihtiyaçları da vardır. İnsanın nasıl karnını doyurması gerekiyorsa kalbini ve ruhunu da doyurması gerekir. Ve karnı doyurulmayan insan nasıl ölüyorsa, kalbi ve ruhu tatmin edilmeyen insan da kalben ve ruhen ölür. Bu durumdaki insan, yaşayan ölü gibidir.
İşte yirmi birinci yüzyılın modern insanının bir türlü mutlu olamamasının sebebi de ruhunun aç olmasıdır. Kalp ve ruhunu tatmin edemeyen insanlar, hepten dünyaya dalmakta ve türlü yollarla tatmin olmaya çalışmaktadırlar. Fakat insan ruhunun bu dünya ile mutmain olması mümkün değildir. Zira kalpler ancak Allah ile ve O’nu zikretmekle tatmin olabilir.
İnsanlar kalp ve ruhlarını Allah’ın zikriyle, imanla tatmin edemezlerse, başka şeylerle tatmin edecekler demektir. Ve bu durum günümüzde ne yazık ki Müslüman toplumlar içinde de yaygınlaşmaktadır. Nice gençler Allah ile iman ile ruhunu doyuramadığı için, bu boşluğu sefahat ile içki ile bonzai ile doldurmaya çalışmakta ve pek çokları kaybolup gitmektedir.
Cenâbı Hak, Kur’an-ı Kerimin; 191 yerinde “manevi kalb”den, 49 yerinde “nur”dan, 59 yerinde “akıl”dan, 9 yerinde de “ruh”tan ve pek çok yerinde de “nefis”ten bahseder. Maneviyat, işte bu: kalb, ruh, akıl ve nefis gibi manevi unsurlarla alakalıdır.
Peygamberimiz sav bir hadisi şerifinde “İnsanın en büyük düşmanı iki kaşının arasındaki nefsidir” buyurmuşlardır. Bu sebeple peygamberimiz her gün hatta her an ashabına sohbetleri ile yaşamı ile devamlı bir şekilde maneviyatlarını güçlü tutmaya çalışmıştır. Maneviyatın bittiği yerde kötülükler bizi kuşatır ve de nefis devreye girer. Bununla alakalı olarak İmamı Rabbani Hazretleri; “Nefis kötülüklerin deposudur” buyurarak bizleri uyarmıştır. Maneviyat, insana büyük bir kuvvet ve cesaret verir, korkularını kaldırır.
Peygamber Efendimiz ’in (sav.) İslâmiyet’in ilk zamanlarında müşriklerin İslâm’a olan şiddetli düşmanlıklarına rağmen, tek başına, silahsız ve kuvvetsiz olduğu halde, eşsiz imanı, teslim ve tevekkülü ile davasında muvaffak olması ve “İslamiyet’i dünyanın başına geçirmesi bunun en büyük delilidir. Allah Resulü kapısında bir nöbetçisi olmadığı halde, toprak bir evde sabahleyin savaşa gideceği zaman bile yatağında rahat uyurdu. Bu hal Allah’a iman ve itimadın, teslim ve tevekkülün bir semeresidir.
İstanbul’un fethi, Mısır Seferi, Niğbolu Zaferi ve Çanakkale gibi nice zaferler bunun en güzel ve en bariz misalleridir. İstanbul’un fethinde, elbette ki üstün bir askeri gücün ve maddi plânın katkısı büyüktür. Ancak bu fethi, muzafferiyetlerin en yücelerinden biri yapan güçlü iman ve maneviyattır.
Hem yine Yavuz Sultan Selim Han’ın, İslamiyet’i tek bir bayrak altında toplamak gayesi ile çıkmış olduğu Mısır seferinde, daha önceleri Cengiz ve Timur’un defalarca gidip geri döndükleri adeta kumdan bir deniz olan, bununla beraber gündüzleri sanki bir cehennem, gece ise âdeta bir buz diyarı, +50 ile -20 derece arasında değişen bir iklime sahip olan bu amansız ve korkunç Sina çölünü mucizevi bir şekilde on üç gün gibi kısa bir zamanda geçmesi de maneviyatın gücüdür.
Buradan peygamberimizden ve ecdadımızdan çıkaracağımız ders maneviyatı tükenen bir nesil yok hükmündedir. Bu sebeple maneviyatımızı kuvvetlendirecek çalışmalar yapmamız lazım. Bunu beceremiyorsak vesile olacak kişi ve kurumları desteklemek lazım.
Rabbimiz biz Müslümanlara “Ey İman Edenler! İman edin” buyurarak imanımızı daima kuvvetlendirmemizi istemektedir.
Dertlenmek Bizden, Muvaffakiyet Allah’tandır.
Fatih Medreseleri Yazı İşleri Kurulu