İslam dini, iki önemli temel üzerine inşa edilmiştir: Birincisi tevhit, diğeri ise vahdettir. Tevhit, Allah’ın birliğine imandan geçer. İslam bir tevhit dini olduğu gibi kitabımız olan Kur’an-ı Kerim de bir tevhit kitabıdır. Tüm peygamberler ve son peygamber Muhammed Mustafa (s.a.s) de bir tevhit peygamberidir. Rabbimizin bize farz kıldığı; namazımız, orucumuz, haccımız, kurbanımız ve zekâtımız gibi bütün ibadetlerde birer tevhit eylemidir. Müminler arasındaki birlik olan vahdet ise tevhitten sonraki en büyük temel ilkedir. Çünkü birlik olmadan ümmet, ümmet olmadan da tevhit olmaz. Tevhit ve vahdet olmadan da Yüce Rabbimizin, Ali-i İmran suresinin 110. âyet-i kerimesinde buyurduğu şu gaye gerçekleşmez: “Siz, insanlar için var kılınmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız ve siz Allah’a iman edersiniz.” Bahsi geçen âyet-i kerime bizlere göstermektedir ki; İslam ümmetinin en büyük gayesi, yeryüzünde iyiliği egemen kılmak, kötülüğü ortadan kaldırmaktır. Her daim ahlak, adalet ve faziletin yanıanda yer almaktır. Her türlü kötülüğün ve batılın karşısında durmaktır. Nerede bir zulüm, bir haksızlık, bir adaletsizlik varsa ona engel olmak için gayret göstermektir. Zira zikrettiğimiz tüm bu güzellikler, Rabbimizin övgüyle söz ettiği en hayırlı ümmetin vasıflarıdır.
Müslümanlar için birlik olmak çok önemlidir. Bir hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müminlerin birbirlerine olan bağlılığı, birbirine kenetlenerek inşa edilmiş bir binanın tuğlaları gibidir.” İslam binasının sarsılmadan ve yıkılmadan ayakta kalması, ümmetin birlik ve beraberliğinden geçmektedir. O nedenle Müslüman olan herkese düşen bir görev var; birliğimizi bozacak tüm unsurları bertaraf etmek!
Soy ile övünerek, kibirlenmenin yanlışlığını anlatan şu hadiseyi de aktaralım inşallah! Sahabeden birkaç kişi, Mescid-i Nebevi’de kendi aralarında sohbet ediyorlardı. O esnada sahabeden Selman (r.a.), mescide girdi. Bunun üzerine sohbet etmekte olanlardan birisi yanındakilere sırayla “aileniz, soyunuz sopunuz nedir?” diye sordu. Sohbet halkasında bulunanlardan her biri kendi ailesini, soyunu sopunu överek zikretmeye başladı. Nihayet bu şahıs, Selman’a (r.a.) dönerek “Senin soyun sopun, sülalen nedir ey Selman?” dedi. Aslında bu soruyla onu zor durumda bırakmayı arzuluyordu. Zira onun Selman’la arasında şahsi bir problemi vardı. Herkes Selman’ın (r.a.) ne diyeceğini merakla beklerken şu ibretlik sözler döküldü dilinden: Ben İslam oğlu Selman’ım. Ben dalaletteydim Allah (c.c.), beni Muhammed Aleyhisselam ile hidayete erdirdi. Ben fakirdim Allah (c.c.), beni Muhammed Mustafa’yla (s.a.v.) zenginleştirdi. Ben köleydim Allah (c.c.) beni Muhammed Mustafa’yla (s.a.v.) özgürleştirdi.” Bu konuşmaları duyan Hazreti Ömer (r.a) topluluğun yanına gelerek, “Benim kim olduğumu, benim de soyumu sopumu öğrenmek ister misiniz?” diye sordu. Ve sonra dedi ki: Ben de İslam oğlu Ömer’im, İslam oğlu Selman’ın kardeşiyim.
Tevhide karşı en büyük günah, şirktir. Allah’a ortak koşmaktır. Vahdete karşı en büyük günah ise tefrikadır. Ümmeti bölmektir. Ümmeti parçalamaktır. Bozgunculuk yapmaktır. Ümmetin arasına fitne, fesat ve nifak sokmaktır. Bugün müminler olarak ümmet bilincini yeniden inşa etmeye ihtiyacımız var. O nedenle her birimiz üzerine düşen vazifeleri en iyi şekilde ifa etmeliyiz. Birliğimizi, birlikteliğimizi bozacak olan tüm kötü unsurları bertaraf etmeliyiz.
Rabbim bu hususta hepimize başarılar ikram eylesin!
Fatih Medreseleri Yazı İşleri Kurulu