Âdemoğlunun en temel ihtiyaçlarından birisi olan adalet olgusu, ayrıca insanlığın en temel sorunlardan birisi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Hayatımızın temel problemlerinden birisi haline getirdiğimiz adalet arayışı, aslında bakışımızdaki eksiklikle alakalı bir durumdur. Hayata hikmet nazarıyla bakmasını bilemeyen ekseri yığınlar, sürekli kendilerini adaletsizliğin içinde görürler. Oysaki yüce Allah’ımız, (c.c.) “el-Adl” ism-i şerîfi ile adâletin mutlak sahibi ve bizzat kendisi olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca hak ve adâlet, Rabbimizin sıfatlarındandır. Kısacası adil olan Allah’ımız (c.c.), hiçbir zamanda ve hiçbir kimseye adaletsiz davranmamıştır.
Sonsuz merhamet ve adalet sahibi Rabbimizin, kâinattaki her şeyi hiçbir karşılık beklemeden yoktan var etmesi, lütufların ve ikramların en büyüğüdür. Ayrıca insan olarak bizleri çalı çırpı veya bir hayvan olarak yaratmayarak, şerefli bir mahlûk olarak yaratması ise bu lütufların içinden en güzelidir. Hiçbir insan, hak etmiş olmasından dolayı yaratılmış değildir. O yüzden insanın yoktan var edilişi, şükründen âciz kalınacak kadar büyük bir ilâhî lütuftur. Böylesine mükemmel bir yaratılışla yaratıldığımız ve hiçbir bedel ödemeden her daim Mevla’mızın sayısız ikramlarını tükettiğimiz halde hala haksızlığa uğradığımızı düşünürsek gerçekten, kendimize yazık etmiş oluruz.
Onca nimet apaçık bir gerçeklik olarak önümüzde dururken ve istifade ederken, insanlara şu soruyu sormak lazım: “Anlasak da anlamasak da bunca güzellikleri en adil şekilde istifademize sunan, Zü’l-celali ve’l-ikram’a, nasıl bir kulluk yapmalıyız?” Bu soruya pek çok kişi; “Elbette ki sürekli şükretmek ve O’na (c.c.) has bir kul olmamız gerekmektedir.” diye cevap verecektir. Ne var ki verdiğimiz bu cevaba karşı bizler, bırakın şükretmeyi, sürekli olarak şikâyet halindeyiz. Fiziki özeliklerini beğenmeyenlerden tutunda niçin zengin değilim de fakirim diyenlere kadar geniş bir isyan yelpazesine sahibiz. Kısacası asıl adaletsiz olan yaradan değil, nankör kullar olarak bizleriz!
Kul, adalet arayışından önce evvela kendi merkezinde adalet duygusunu bulmalı ve olgunlaştırmalıdır. Ayrıca etrafındaki adaletsizliği kayıt altına almak yerine öncelikle kendi içindeki adaletsizliğine çözüm bulmalıdır. Kısaca söylemek gerekirse; adalet istiyorsak, adil olmak zorundayız. Herkes adil olmak zorundadır. Bir evlat olarak anne babaya, anne baba olarak evlada, akrabalarımıza ve arkadaşlarımıza, idareci olarak halka, halk olarak idarecilere, hocalarımıza hatta şeyhimize karşı hep adalet içinde olmalıyız. Adalet duygumuz öyle olmalı ki bırakın insanlara karşı adil olmayı, kâinattaki her şeye karşı adil olmalıyız. Şâir Firdevsî, bu hususta ne güzel söylemiş: “Bir yem tanesi çeken karıncayı dahi incitme! Çünkü onun da canı vardır. Can ise, tatlı ve hoştur.”
Kim olursak olalım adil olmayız! Çünkü bu emir Rabbimizin emridir: “Ey iman edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde bile olsa Allah için şâhitlik eden kimseler olun. (Haklarında şâhitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar, Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adâletten sapmayın…” (en-Nisâ, 135)
Beşerî hayatın huzur ve saadeti, hak ve adâlet terazisinin karşılıklı dengede tutulmasına bağlıdır. O nedenle adâlet mefhumu, toplumlardaki nizam ve huzur için vazgeçilmez, hayati bir ihtiyaçtır. Adaletin olmadığı yerde zulüm hâkimdir. Zulümden kurtaracak gerçek adaletin tek kaynağı ise İslam’da mevcuttur. Bugün adil olduğunu iddia edenlerin yaptıklarına baktığımızda hep adaletsizliklerle karşılaşıyoruz. Küfür ehlinin adaleti, yeryüzüne barış ve huzuru ikame etmek yerine sürekli zulüm getiriyor. Oluk oluk akan kan ve gözyaşları, bunun en büyük kanıtı. Gözümüzün önünde bunca zulüm ve işkence yaşanırken, Müslümanlar olarak bizler uyanmalı ve adaleti kimin sağlayacağını artık iyi bilmeliyiz. Mevlana’nın şu veciz ifadesi içine düştüğümüz durumu çok net anlatmaktır: “Adâleti bilmeyen kişi, kurt yavrusunu emziren keçiye benzer.” Yâni adalet sanarak besleyip büyüttüğümüz zulüm, gün gelir bizi parçalayarak ve yok ederek, helâkimizi hazırlar.
Adaletle hükmetmemek de helak sebebedir. Bir hırsızlık vakasında Peygamber Efendimizden (s.a.v.) af olunmak için aracıların devreye sokulması, adalet sahibi olan sevgili Peygamberimizi (s.a.v.) hiddetlendirmişti. Olay üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ayağa kalkarak şu şekilde ifade buyurmuştu: “Sizden önceki milletler, şu sebeple helâk olup gittiler: Aralarından soylu, makam-mevki sâhibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezalandırırlardı.
Son olarak şunu belirtmek isteriz ki; adaletin olmadığı yerde zülüm her zaman var olacaktır!
Adaletli olmak bizden, muvaffakiyet Allah’tandır.
Fatih Medreseleri Yazı İşleri Kurulu