25 yıldır İsmailağa Vakfı’nda yöneticilik vasfını sürdüren, ilginç kişiliğe ve enteresan bir karaktere sahip olan Seyfettin İnanç hakkındaki yazı dizisi devam ediyor!
Seyfettin İnanç’ın annesinin ticaret yapacağım diyerek insanlardan topladığı paraları batırmasının üzerinden günler geçmesine rağmen hala mağdurların zararları giderilmedi. Umut bağlayarak, tüm birikimlerini Seyfettin İnanç’ın annesine teslim eden pek çok aile, maddi zarar yetmiyormuş gibi her geçen gün artan huzursuzluklar nedeniyle de manevi zarar görmeye devam ediyor. Bulundukları konumlarına aldanarak, para veren insanlar, günbegün ümitsizliğin ve huzursuzluğun içine itiliyor.
Ardında gözü yaşlı onca mağduru geride bırakan Seyfettin İnanç’ın annesinin, yaşlı olduğu ya da bu olaydan ötürü sağlığını yitirdiği gerekçesiyle tedavi gördüğü söyleniyor. Belli ki burada yeni ve güzel bir oyun daha tezgâhlanmış. Tezgâhlanan oyunda kurgu şu şekilde hazırlanmış; “İnsanları acımasızca mağdur eden şahsın hasta olduğu iddiaları ortaya atılacak ve böylece mağdurların gözüne perde çekilmek suretiyle öfkelerinin dindirilmesi sağlanacaktır.”
İhvanımızı mağdur eden Seyfettin İnanç’ın annesi, etrafta oluşturdukları algıya göre hasta değil, bilakis Sapanca’da bulunan bir köşke yerleştirilerek gözlerden uzak bir yerde istirahat etmektedir. Hani; “Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur.” diye bir söz vardır ya bunlar da galiba bu sözü; “Mağdurlardan uzak olan, mağdurların hışmından da uzak olur.” şeklinde düşünmüş olmalılar ki Sapanca da bir köşkte ikamet ettirmeye karar vermişler. Yani işin aslı, hiç kimse hasta falan değil, sadece o kadar parayı batıran birini gözlerden uzak tutuyorlar. Hepsi bu!
Annelerini uzaklaştıranlar, sanıyorlar ki kimse görmezse bu olay yatışır ve unutulur gider. Kimseye görünmeden yaşayarak, batırılan trilyonlarca paranın ve sahiplerinin buhar olmasını beklemek, gerçekten de ayrıca düşünülmesi gereken bir şey. Kullardan annenizi kaçırabilirsiniz, bunu anladık. Peki ya Allah (c.c.)?
Ticaret vaadiyle paralar toplayacaksınız. Sonra battım diyeceksiniz. Hak sahiplerine paralarını iade etmeyeceksiniz. Hastalık bahanesi ile gözden kaybolacaksınız. Ve tüm yaşananlar bir anda unutulup gidecek. O be ne güzel dünya! Eminiz tüm dolandırıcılar, böyle bir dünyanın özlemiyle yatıp kalkıyordur. Ama ne kadar yatıp kalksalar da maalesef böyle bir dünya yok!
Her şey bir yana gerçekten de sizleri tebrik etmek istiyoruz. Nasıl bir ikna ya da korkutma kabiliyetiniz var ki onca mağdura rağmen hala hiçbir şey olmamış gibi elinizi kolunuzu sallayarak, rahatça dolaşabiliyorsunuz. İnsan ister istemez bu ne pişkinlik diyor. Gerçi bu pişkinliğiniz, mağdurların haklarını aramak için mücadele vermemesinden ya da veremeyişinden kaynaklanıyor, onunda farkındayız. Öyle olmasa 100 Bin liranın üstünde paralarına karşılık senet alanların; “Onlar verir bir şey olmaz, o kadın aslında iyi biri” gibi ifadelerini duymazdık.
Onca mağduru, ikna kabiliyetinizle sindirdiniz ya gerçekten sizi tebrik ediyoruz! Gerçi insanları ikna etmenin sadece sözle değil farklı yöntemlerle de olabileceğini biliyoruz. Yoksa ortada büyük parasal kayıpları olup da sadece sözle ikna olacak insanların var olduğunu düşünmek saflık olur. Ne ilginç değil mi? Paranızı birileri batıracak ve sizde hiçbir şey olmamış gibi kılınızı kıpırdatmayacaksınız. İşin daha da ilginci bu yolsuzluktan emniyetin ve savcılığın haberi olduğu halde hakkınızı alamayacaksınız. Vallahi pes doğrusu!
Seyfettin İnanç’ın ikna kabiliyetini kimden aldığı da böylece ortaya çıkmış oluyor. Belli ki annesi gibi oda insanları ikna etmesini iyi biliyor. Öyle olmasa 25 yıldır İsmailağa Vakfı’nın sarsılmaz yöneticisi olur muydu? Yöneticilikten geçtik birde musluğun başında yani diğer anlamıyla vakfın kasasının anahtarları, elinde olur muydu hiç?
Ramazan ayı içindeyiz. Yani ümmetin oluk oluk rahmete gark olmasına vesile olacak bir aydayız. Ancak rahmetle iktifa etmeye niyetli olmayanlarında bulunduğunu unutmayalım. Herkes Allah’ın rahmetini ve mağfiretini arzulamıyor. Bu ayda oluk oluk akan başka şeylerde var tabi. Mesela; “PARA!”
Mahmut Efendi Hazretlerimizi (k.s.) ve hizmetlerini seven ve desteklemek isteyen pek çok insan var. Saf niyetli bu güzel insanlar için Ramazan ayı, ayrıca bir hayır mevsimi. Kısacası bu Ramazanda da hizmetlerin ve çalışmaların devam etmesi için gerekli olan parasal yardımlar oluk oluk İsmailağa Vakfı’nın kasasına akacak. Elbette ki Efendi Hazretlerimize (k.s.) olan sevginin ve güvenin tezahürü olan bu hayırların olması, güzel bir gelişme. Kur’an ilimlerinin okutulduğu Medreselerin devamlılığının ve hocalarının iaşelerinin karşılanması için verilen bu hayırlar, Allah (c.c.) katında oldukça makbul. Samimi çalışmalar ve iyi niyetler. Her şey buraya kadar çok güzel ve mükemmel! Ancak bu güzelliğe gölge düşüren önemli noktalar ve sorulması gereken sorular var:
- “Hayır için toplanan paraların konulduğu kasanın anahtarları kimin elinde?”
- “Büyük meblağlara ulaşan bu yardım paraları, acaba sıkı bir denetime tabi tutuluyor mu? Yoksa Vâkıfın içinde suiistimale açık bir yapımı var?”
- “Eğer suiistimal yoksa neden kasanın anahtarları, hala 25 yıldır değiştirilemeyen ve sorgulanamayan bir zevatın elinde?”
- “Kasanın anahtarlarını emanet edip, denetimsiz bırakmak, bu zevatın gerçekten sonsuz güvenilir bir kişiliğe sahip olmasından mı kaynaklanıyor? Yoksa ortada güven ilişkisinden başka bir şeyler mi var?”
Bu ve buna benzer sorular uzayıp gider. O yüzden bizim asıl niyetimiz soru sormak değil, hakikati bulmaktır. Ama maalesef vakfın içeresindeki kemikleşmiş yapıyı kırmak kolay gözükmüyor. Demek ki paralarını kaptıran mağdurlar gibi vakfın içinde de ikna operasyonları etkili olmuş. İkna ya da korku yeteneği, adına ne derseniz deyin. Operasyonun etkili olduğu açık. Eğer öyle olmasaydı, 25 yıl sarsılmaz bir güç olunmazdı, öyle değil mi?
Son olarak bir toparlama yaparsak, ortada mağdur edilen insanlar var ve hiçbirisi ne insani nede hukuksal anlamda haklarını aramıyorlar. Ticaret vaadiyle kandırdıklarınızın, anaparalarından büyük bölümlerini silmenize rağmen ve önü açık senetler vererek ödeyeceğiniz bile meçhul olduğu halde yine de onca mağdur, sizden davacı olmuyor, olamıyor ya size gerçekten helal olsun! Kamuoyunda o kadar yankı bulmasına rağmen bir türlü sonuç alınamıyor. Ayrıca mağdur olan bu insanlara; “Savcılığa gidin, şikâyet edin, hakkınızı arayın, böyle şey mi olur?” denildiği halde hiç kimsenin buna yanaşmaması ise oldukça enteresan bir durum. Parasını yitirenlerin, adeta uyuşturulmuş gibi olaya kayıtsız kalmaları akıl alacak gibi değil. Bu nasıl bir güç ki insanlar hak arayışından vazgeçiyorlar? Ortada bir şeylerin döndüğü kesin! Sindirilmiş tüm mağdurlar, ikna yöntemiyle mi bu hale geldi, yoksa başka yöntemler mi uygulandı bilemiyoruz. Zaman her şeyi ortaya çıkaracaktır. Bekleyip göreceğiz.
Haksızlığı duyurmak ve hakkın aranması gerektiğini söylemek bizden, ikna olmak sizden, muvaffakiyet Allah’(c.c.)tandır.
İsmailağa Derneği Yazı İşleri Kurulu