Peygamber Efendimiz (s.a.v) nübüvvetten sonra, insanları Allah’a (c.c.) davet etti. Hayatı boyunca hep bunu yaptı. Yalanlanmasına ve alay edilmesine karşın, sabırla, tevekkül ederek vazifesine devam etti. Kimi zaman mahzun oldu, fakat yine de yılmadı. Duruşu, en ağır işkenceler karşısında bile hep dikti. Duruşunu değiştirmedi. Çünkü tek bir hedefi vardı: Hak din olan İslam’ı yaymak! Doğruluğuna inandığı davasına sadakatle bağlanmıştı. Ve yardımcısı Allah olduğunu yakinen biliyordu.
Nitekim bir mısrada şöyle geçmektedir.
“Kişiye sadakat yakışır görse de ikrah
Doğruların yardımcısıdır hazreti Allah”
Yani kişi istemese de zorda gelse sadakatten ayrılmamalı. Çünkü hazreti Allah her daim doğruların yardımcısıdır. Peygamberimizin sadakatle bağlandığı davası büyüktü, dolayısıyla karşılaşılan zorluklarda ona nispetle olacaktı. Bunun farkındaydı. Ve elbette hazırlıklıydı. Etrafındakiler, karşılaştıkları ya da içinde bulundukları her olayda sürekli imtihan içindeydi. Oysa O? Her imtihanı aşmak için çözüm önerileri sunuldu. Tamam dedi. Çünkü geri çevirmemek, Peygamber ahlakıydı.
İmtihanda neler yoktu, neler söylenmedi ki; Kâhin, sihirbaz, büyücü… Peki, ne oldu? Hiç! O günden bugüne, Efendisinin yolundan gidenler, hep aynı muameleyi gördü. Bu değişmez bir kuraldı. Allah (c.c.) için çalışanlar, derecesine göre ama dışarıdan ama içerden sürekli imtihan görecekti. Fakat imtihanın bu âlemdeki sürekliliği, çalışmalara engel teşkil etmedi. Bundan sonra da edemeyecekti.
Engel tanımayarak, sürekli mücadele eden Allah (c.c.) adamlarının yaptığı işler ortada, ne demiş şair; “Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz”. Herkesin yaptığı iş bellidir. Ve yapılan her iş, sahibini yansıtır. Dilerseniz, bu yansımalarda göze çarpan iki hayattan misal verelim: Birincisi Davası, idealleri doğrultusunda yapılması gereken işlere vakfedilmiş bir hayat, ikincisi Şan ve şöhretin şımarıklığında geçen bir hayat. Birincisi sükût üzere verilen işi yerine getirirken, diğeri şımarıklığın zirvesinde gününü gün eden uzun emellerinin esiri olmuş bir zavallı. Kıyas götürmeyen bu iki hayattan hangisini sahiplenmek gerekir?
Soruya, pratikte verilecek cevap bellidir. Ancak uygulamada aynı şeyi söylemek güç. Neden güç? Çünkü menfaatlerin konuştuğu yerde maalesef hak ve hakikatlerin üzeri örtülerek gün yüzüne çıkarılmamakta. O yüzden dikkatli olmalıyız. Önderimizi, rehberimizi iyi seçmeliyiz en zor koşullarda dahi hak ve hakikatten vazgeçmemeliyiz.
Mevla’m rızasına uygun olan yolda birlikteliğimizi kaim eylesin. Ve bizleri, en ufak bir esintide o yana bu yana savrulan çalı çırpı gibi olmaktan beri, dünyanın çivileri dağlar gibi sabit eylesin. Âmin.
Fatih Medreseleri Yazı İşleri Kurulu