Zulüm gören, işkenceyle öldürülen insanlar, masum bebekler, bir ekmek alacak parası dahi olmayanlar, soğuk havada, bezden çadırlarda, neredeyse sokakta yatanlar, hastalıklarını tedavi ettirecek para bulamayanlar veya ihtiyar ve güçsüz olmalarına rağmen hastane kapılarında saatlerce, hatta günlerce tedavi sırası bekleyenler, sadece belli bir kabileye mensup oldukları için katledilenler. Dinlerinden dolayı evlerinden, yurtlarından çıkartılan kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, bir tarafta ardı arkası gelmeyen israflar. Diğer tarafta ise açlıktan ve bakımsızlıktan yok olan, ölüme terk edilen zavallı insanlar, sokağa atılan, kendi başının çaresine bakamayacak kadar küçük ve savunmasız çocuklar, ailesini geçindirebilmek için küçük yaşta oyun oynamayıp çalışan veya dilenen çocuklar, her an hasımları tarafından öldürülme korkusuyla yaşayan insanlar…
Burada sayılan insanların varlığından herkes haberdardır. Hemen her gün, gazetelerde, bu çaresiz, zavallı, kimsesiz ve muhtaç insanların görüntülerine rastlamak mümkündür. Pek çok kimse bu insanların içinde bulundukları durumu görür, onlara acır. Ancak bir süre sonra konuştuğu konuyu değiştirince veya okuduğu gazetenin sayfalarını çevirince bu insanların varlığını unutur. Çoğu kişi bu insanları bulundukları durumdan kurtarmak için bir çaba harcaması gerektiğini düşünmez. Ve “Dünyada o kadar zengin ve güç sahibi insan varken o insanları kurtarmak bana mı kaldı” diyerek sorumluluğu başkalarının üzerine atar.
Oysa bu insanları kurtarmak, tüm dünyanın adalet, huzur, güven ve zenginlik içinde yaşanan, refah dolu bir yer olmasını sağlamak için zenginlik ve güç tek başına yeterli değildir. Örneğin dünyada çok sayıda zengin ve gelişmiş ülke olmasına rağmen Afrika’nın bir çok ülkesinde hala insanlar açlıktan ölmektedirler. Onca gelişmiş teknolojiye ve dünyanın zengin kaynaklarına rağmen insanların bir tabak yemeğe muhtaç olmaları, zenginliğin ve gücün tek başına yeterli olmadığının en açık göstergelerindendir.
Zenginliğin ve gücün, bu zavallı muhtaç insanların yararına kullanılması için öncelikle insanların vicdan sahibi olmaları gerekir. Vicdan sahibi olmanın yegâne yolu ise imandır. Ancak imanlı insanlar, sürekli olarak vicdanlarını kullanarak hareket ederler.
Sonuç olarak, dünyadaki adaletsizliğin, kargaşanın, terörün, katliamların, açlığın, sefaletin ve zulmün tek bir çözümü vardır! oda “Kur’an ahlakıdır.”
Çünkü Kur’an ahlakında dünyanın bir ucunda Müslümanın ayağına iğne batsa, diğer ucundaki o acıyı hissetmesi gerekiyor. Kuran ahlakında komşusu aç iken tok yatan kendisini kontrol etmesi gerekiyor. Kuran ahlakında, sana gitmeyene gitmek, sana vermeyene vermek, yediklerinden yedirmek, giydiklerinden giydirmek vardır. O yüzden çare kuran ahlakında İslam yolundadır.
Müslüman Şuuruna Sahip Olmak Bizden Yardım Mevla Teâlâ’dandır
Fatih Medreseleri Yazı İşleri Kurulu