Oruç, dinimizin en büyük ve en kıymet verdiği vazifelerden biridir. Oruç Hz. Adem (as)’dan Peygamber Efendimize kadar gelen, insanın mükemmelleşmesi için emredilmiş, hem bedeni hem ruhi kazanımlar sağlayan, nefsin en büyük terbiye metodu olan bir ibadettir.
Oruç her çeşit nimetlerimizi önümüze sunan, kâinat sofrasının güzelliklerinden Rabbimize karşı teşekkürün bir ifadesidir.
Oruç insana sabrı öğreten, ruhu geliştirip terbiye eden, sadece Rabbi için oruç tutulup, karşılığının ancak Allah (cc) tarafından verildiği, oruç tutanın ağız kokusunun Allah katında miskten daha güzel olduğu bir ibadettir.
Bakara Suresinin 183. Ayeti kerimesinde Rabbimiz “”Ey iman-edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvanız artar” buyurarak hicretten 1.5 sene sonra şaban ayında farz olmuş bir ibadettir.
Rabbimiz biz kullarını mükemmel bir surette yarattıktan sonra bedenimizi koruyacak, ruhumuzu kuvvetlendirecek, nefsimize kement atacak olan bir güzelliği bizlere peygamberleri vasıtası ile ulaştırdı. Kişi bu ibadeti ne kadar yapabilirse kendisi için o kadar kazanımlar olacaktır. Ramazan ayları haricinde tutulan Nafile oruçlar, özellikle Pazartesi – Perşembe müstahap oruçları ile 365 gün iradesinin hâkimiyetini elinde bulundurur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) her pazartesi Perşembe günleri hicri ayların 13-14-15. günlerinde oruç tutar ve biz ümmetine de tutmamızı tavsiye ederdi.
Bir hadisi kutside: oruç benim içindir. Onun mükâfatını da ancak ben veririm, buyrulmuştur. Kişi diğer ibadetlerde belki istemeyerekte olsa riya ya düşebilir, ama orucun riyası da yoktur. Çünkü bir insan ancak Allah için aç kalabilir. O yüzden de rabbimiz orucun mükâfatını gizlemiş ve kendinde tutmuştur.
Oruçlu olan kimse belirli vakitlerde kendisine yasaklanan nimetlerin kendisinin olmadığının, bir malikinin olduğunun şuuruna varır. Oruçlu olmadığı günlerde dahi kendisini oruçlu zannederek, her yediği lokmasında bu nimetlerini vereni tefekkür eder. Rabbim istese bana bunu vermeyebilir der. Şu anda istedi ki bana ulaştırdı ve istifade ediyorum der. Bununla beraber dünyanın dört bir yanında fakir olan, bir yiyeceği dahi olmayan kişileri düşünmeye başlar ve bu sebeple paylaşmayı öğrenir. Hiç bir şey yapamıyorsa dahi kalbi yanar.
Oruç, şehveti kırar, nefsin heveslerini mağlup eder. Azgınlıktan, kötülükten men eder, kalbin Allah’a bağlılığını artırır. Namahreme karşı nefsini dizginler. Çünkü o (nefis) kendi derdindedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yanına bir genç geldiği zaman ona nasihatlerde bulunur, evli ise aile ahkâmı ile alakalı tavsiyelerde, bekâr ise en kısa zamanda evlenmesi gerektiğini ve evlenmek istiyorsa o gence yardımcı olarak (fakir ise maddi olarak, eş bulamıyor ise eş olarak birisini tavsiye ederek) yardımda bulunurdu. Evlenemeyen gençlere ise zinaya düşmemeleri ve zinayı düşünmemeleri için orucu tavsiye ederdi.
Oruç gibi mükâfatı sınırsız olan bu ibadeti sadece ramazan ayına bırakmamalıyız. Gücümüz nispetinde zaman zaman oruç tutalım ki hem peygamber sünnetini hayata geçermiş olalım, hem de fakirlerin halini unutmamakla beraber vücudumuzu da yenilemiş oluruz.
Oruca Teşvik Bizden Mükâfatı Rabbimizdendir.
Fatih Medreseleri Yazı İşleri Kurulu